26 Şubat 2018 Pazartesi

 Soğuk Kış Gecesinde / Der Shabe Sarde Zemestani


Soğuk kış gecesinde
Güneşin ocağı da yanmıyor kandilimin sıcak ocağı gibi
Ve kandilim gibi
Hiçbir kandil ışık saçmıyor
Ne de gökte parlayan soğuk ayın ışıltısı
Kandilimi yaktım gidip geldiğinde komşum karanlık bir gecede.

Ve soğuk bir kış gecesiydi,
Rüzgar sarıvermişti çam ağaçlarını
Sessizce yığınların arasında
Benden ayrı yitip gitti bu patikalarda.
Ve bu hikaye hala hatırlanır
Ve dudaklarımda asılı durmakta bu sözler:
"Yakan kim, yakılan kim?
Kimdir yüreğindeki bu hikayeyi biriktiren?"
Soğuk bir kış gecesinde
Güneşin ocağı da yanmıyor kandilimin sıcak ocağı gibi.




Nima Yuşiç (1897 - 1960)

11 Şubat 2018 Pazar


"Mitler, göklerin müziği. Tınının adını veremesek de ona göre dans ettiğimiz bir müzik. 
Ne yaparsak yapalım onun nakaratını duyarız."  - Joseph Campbell 

Dün akşam haberlerde izlemiştim ama olayı dehşetle hatta tuhaf bir hayranlıkla izleyince haberin detaylarını kaçırmışım anlaşılan. Aradım, o görüntüyü bir türlü bulamadım. Sanıyorum Afrika'daydı. Bir tören/kutlama sırasında gayet ihtişamlı çadır benzeri bir şeyi üzerinde bezden bir tenteyle, metal saplarından tutup taşıyan ve kalabalığın arasında ritmle yürüyen dört beş kadar kişi, bir anda elektrik akımına kapılıyorlar. Çadırın ortasında onlarla beraber yürüyen çocuklar da var. Her şey bir anda oluyor. O metal direkleri tutanlar aynı anda, neredeyse törensel bir uyumla toprağa basan ayaklarından ansızın alev alıp yere yığılıyorlar. Onları izleyen ve kameraya alan topluluk buz kesiyor. Tentenin altında yürüyen çocuklar hayattalar, şaşkınlık ve korkuyla sağa sola kaçışıyorlar. Sahiden insanda dehşet uyandıran ama bir o kadar da büyülü bir şey. Söz konusu olay modern zamanlarda geçmeseydi oradaki kalabalık akıma kapılan o dört beş kişinin göksel bir müdahaleyle ayaklarından ateşlerle yere çivilendiklerini, dünyevi hiçbir günaha/karanlığa bulaşmamış olan çocukların nasıl da korunduklarını, kim bilir nasıl bir lanetle karşı karşıya olduklarını ve bunun nasıl korkunç bir tehdit, bir uyarı olduğunu düşünecekti şüphesiz. (hatta belki düşünmüşlerdir de.)

Şimdi, Michel Tournier okurken rastladığım bir pasaj bana bu haberi yeniden düşündürdü. Şöyle diyor Tournier, ki hiç de haksız sayılmaz: "Bir halkın fakirliği kutlamalarının ihtişamıyla ölçülür. Tersine, hayat standartlarının giderek artması kutlamaların giderek azalmasını getiriyor."

Görkem, ona en çok ihtiyacı olana açar kapılarını. Üstelik bizim kaygılandığımız kadar yüce bir estetik değer falan da gütmez. Yeryüzünde kutlamalara, ritüellere, yerli-yersiz şenliklere en çok acının tazeliğini koruduğu, insanın ve ölümün koyun koyuna yaşadığı coğrafyalarda rastlamamıza şaşırmamalı. Mitler tam da buradan doğmuyor mu? Fakir ve ilkel olanın yaşamla, bilinmeyenle, kendisiyle taban tabana zıt olan ihtişamla arasındaki o sıkı bağ, yaşam standartlarını giderek yükselten, her şeyi kendi içinde açıklığa kavuşturan ve iflah olmaz bir can sıkıntısıyla kıvranan uygar insanda bulunmayacak hiçbir zaman. Ölümü ve yaşamıyla bizi hayrete düşüren, bize ölüm ve yaşam üzerine düşünmeyi bahşeden yine ve sadece "ilkel"in kendisi olacak.