15 Ekim 2019 Salı

Akrep fakat Nalan

"Güvenlik kuvvetleri yetkililerince yapılan açıklamada, 1.3.1981 tarihinden itibaren başlatılan seri operasyonlar sonucu, ideolojik amaçlı adam öldürmek, banka kurşunlamak ve yakmak, çeşitli yerleri bombalamak, kahvehane kurşunlamak, eylemlerde kullanılmak üzere oto gasp etmek, banka ve kuyumcu soygunları düzenlemek, yazılama, fişleme, bildiri dağıtmak ve bombalı pankart asmak eylemlerine katıldıkları bildirilen biri ölü olmak üzere 78 MLSPB (Marksist-Leninist Silahlı Propaganda Birliği) militanının yakalandığı, yakalanan militanlar arasında «Akrep Nalan» olarak adlandırılan kadın militanın da bulunduğu bildirildi."

- Milliyet Gazetesi 17 Mayıs 1981


Adların büyüsü ve zorbalığı. Verili her şey gibi kuşatıcı. İstemeden, istemenin ne olduğunu bilmeden verilen her şey gibi. Bir yüz, bir ses ya da beden... Şayet bugün, iliklerime dek dolan bir mecaz yetisiyle yaşıyorsam, tutup birbirine ilikleyebiliyorsam bir ağızla bir başka ağzı, her şeyi nasıl gözlediğimi gözleyen bir göz olmaktan memnun, durgun ve dalgınsam sebebi var:
"Çünkü Cemalinizi gördüm." Ve daima isminizle çağırdım onu.

Füsun Nalan, anne ve babasının birlikte yaptıkları tek çocuk olarak doğar Ankara'da. Başka şehirlerde genç kız ve sonra nereye giderse gitsin hep yalnız bir kadın olur. Burayı düzeltelim, köpekleri hep çok sevmiştir ve onlar varken o kadar da yalnız değildir aslında. 

"Şimdi Google’a adımı yaz; ‘Köpek katili’ olarak çıkıyorum."

Bir gün, şarkıların sesi kısılır, bir bedene baktığınızda bir tarih görürsünüz. İsimler öyle değildir. Büyüsünü yitirdiklerinde zorbaca anılırlar. Yaşlanırsınız, beden ağırlaşır, kemiklerin inadı kırılır, en sevdiğiniz dostunuzun üstüne basıp istemeden onu öldürebilirsiniz. Acısı şöyle dursun, ismi yaşamının gerisinde yürüyen herhangi biri için sahiden talihsizliktir bu fakat adının büyüsüne kendini bir kez bırakmış kimse için bir bedeldir, öyle olmasa bile öyle olması beklenir. Bırakmanın, söylemek istediği tüm şarkıları söyleyip gitmenin ve hala hayattayken şöhreti sürdürmemenin bile bir bedeli vardır. 

Nasıl başlamıştır? Kısa saçlı, gözlüklü, güleç, topluca bir genç kadın. Bir barda şarkı söylemeye başlar. Mutlaka bir dinleyen olur onu. Sayıları birer ikişer artar. Öyle ki Hakkari’de Zap Suyu’nun yanında bir gece kulübü açılsa, orada sahne alsa, oraya bile gelecektir o vefalı dinleyiciler. 91'de bir albüm çıkarır. Dağ Çiçeği. Vedat Sakman şarkısıdır. Sesine ses olur. "Sen o yahşi yaylaların uslanmaz kızı dağ çiçeği, ne güzelsin." Böylece bir isim bir yaşamın önünde yürümeye başlar. Düşer karlar, düşer düşer ağlanır ve hep ismini, hep ismini...

Peki neden Akrep? Akrep ama Nalan. Şans getirmiştir bu ad ona, belli. İyi ama nasıl koşup yetişmiştir zaten koşmakta olan bir ada? O sıralarda gazetelerin manşetlerinde ‘Akrep Nalan’ lakaplı bir kadın vardır. İnsanlar yakıştırmayı severler. Neyi neye yakıştırdıklarına bakmadan hem de. Çevresindekiler böyle çağırmaya başlar onu. "Akrep Nalan". Bir kadın militanın kod adı, bir pop sanatçısının sahne adına dönüşür. Ne hikaye ama!

12 Eylül sonrasında “Akrep Nalan” isimli bir devrimci militanın ifadesini Hürriyet Gazetesi manşetten vermişti, kısaca şöyle idi:

“Aynaya baktığımda yüzümü çok çirkin görüyordum. Sokağa çıktığımda herkes ‘aaa şu kız ne kadar çirkin’ der gibi bana bakıyordu... Babam çok alkol alırdı, gece eve geldiğinde annemi döverdi, derslerimi veremeyip okulumdan da atılmıştım... Benden nefret eden halktan intikam almak için önce devrimci, sonra eylemci oldum, vurdum, kırdım, öldürdüm...”