27 Temmuz 2016 Çarşamba

"i was a flower of the mountain yes when i put the rose in my hair like the andalusian girls used or shall i wear a red yes and how he kissed me under the moorish wall and i thought well as well him as another and then i asked him with my eyes to ask again yes and then he asked me would i yes to say yes my mountain flower and first i put my arms around him yes and drew him down to me so he could feel my breasts all perfume yes and his heart was going like mad and yes i said yes i will yes."

19 Temmuz 2016 Salı


Belgeselin özellikle bu bölümünü izlerken -ve Phil neredeyse aralıksız içerken- Cohen'in sarhoş cinsiyetsizdir (the drunk is gender-free) başlıklı şiirini anımsadım.

18 Temmuz 2016 Pazartesi


"Bugünün bütün bu insanlarının ne büyük bir özlemle esenliği aradığı ve bu özlemin onları ne acayip yollara sürüklediği bazen dikkatimi çekiyordu. Tanrı’ya inanmaya aptalca, neredeyse yakışıksız bir gözle bakılıyor, Tanrı’dan başka bir sürü öğretiye, isme, örneğin Schopenhauer’e, Buddha’ya, Zerdüşt’e ve daha pek çoklarına inanmakta sakınca görülmüyordu. Kendilerine henüz bir isim yapmamış genç şairler vardı, stilize evlerde kimi heykel ve tabloların önünde görkemli ayinler düzenliyorlardı. Tanrı’nın önünde baş eğmekten utanç duyuyor ama Otrikoli Zeus’unun önünde dize gelebiliyorlardı. Riyazet ehli kişiler vardı sonra, perhizle kendilerine eza ve cefayı reva görüyor, öte yandan süslerinden geçilmiyordu. Tanrıları Tolstoy’du bunların ya da Buddha. Öyle sanatçılarla karşılaşıyordum ki, zarif ve seçkin duvar kağıtlarının, müziğin, yedikleri yiyeceğin, içtikleri şarabın, sürdükleri parfümün, tüttürdükleri puroların cazibesiyle ayrı bir havayı soluyorlardı. Cerbezeli bir şekilde, yapay bir doğallıkla müzik alanındaki akımlardan, renk armonilerinden ve benzeri konulardan söz ediyor, her yerde “kendi orijinallikleri’ni açığa vuracakları bir fırsat kolluyorlardı, bu orijinallik de çoğu kez küçük çapta masum bir kendini aldatıştan ya da zıpırlıktan oluşuyordu. Aslında bütün bu zoraki komedi bana eğlenceli ve gülünç geliyor, öte yandan ne çok özlemin ve gerçek manevi gücün bu komedide alevlenip kısa sürede söndüğünü, sık sık içimde tuhaf bir ürpertiyle algılıyordum. "

-Hermann Hesse, Peter Camenzind

16 Temmuz 2016 Cumartesi



this is not a song, it's an outburst.


14 Temmuz 2016 Perşembe

"Bazen, sinekkuşları suskunken, dünyanın karşısında çürümeye başladığının kokusunu alabiliyorum."

6 Temmuz 2016 Çarşamba

2 Temmuz 2016 Cumartesi

Gündüzleri göl kenarında karabatakları seyretmenin, geceleri sıcak süt kokusuyla uykuya dalmanın her şeyi iyileştirdiği mucizevi bir yerdeyim. Uyumadan önce sürekli düşlediğim orman kulübesi, çatırdayarak yanan odunlar, rüzgarda gıcırdayan kirişler ve sıcak süt kokusu burada birer birer gerçeğe dönüştü. Tüm bulanık düşler billurlaştı. Pek az insan, çok fazla bitki tanıdım. Ve içimde gittikçe azalan bir şey buldum.