28 Ocak 2017 Cumartesi


“Einmal ist keinmal.” diyor Tomas kendi kendine. Sadece bir kere olan şey, diyor Alman özdeyişi, hiç olmamış sayılır. Yaşanacak bir tek hayatımız varsa eğer, onu hiç yaşamamış da olabiliriz, fark etmez."

Şehir kaleiçlerine sığarken. Surların içi tekin, evler ahşap, geceler uzun, hayat pek anlamlı, insan daha bir insanken. Vaktin nice olduğunu ağaçların uzayıp kısalan gölgelerinden ya da kedilerin gözlerinden anlarken. Sahi öyleyken nasıldın?

Ankara, mon amour! Şimdilerde senin için tekinsiz ve ruhsuz diyorlar. Orhan Veli'nin ölümü senin sokaklarından birinde düştüğü bir belediye çukurunda bulmasından mıdır, yoksa burada herkesin ansızın benzer bir akıbete uğrayabileceği korkusundan mı, bilemiyorum. Ama lütfen onlara henüz atmakta olan bir kalbin olduğunu hatırlat. Hiç de ruhsuz olmadığını, Mehmet Akif'i, Tanpınar'ı, Cahit Sıtkı'yı, Oktay Rıfat'ı, Melih Cevdet'i, Cemal Süreya'yı, Metin Altıok'u, Vüs'at O. Bener'i ve daha nicelerini kalbinde nasıl ağırladığını hatırlat. Nasıl iyi kalpli bir üvey ana olduğunu hatırlat.



4 Ocak 2017 Çarşamba

Ahmet Haşim, en güzel ve en dinlendirici uykularını sinemanın ipek yastıklar gibi başın arkasına yığılan yumuşak karanlığına borçlu olduğunu, yani sinemada uyumaktan epey hoşlandığını söylerken diğer taraftan şöyle şahane bir tespitte bulunuyor:

"Sinemanın diğer bir fazileti de olgun yaşın, kafatası içinde, bir deste deve dikeni gibi sert duran acıtıcı mantığı yerine, çocuk safdilliğini ve kolayca aldanış kabiliyetini ikame etmesidir."

Haşim izlediği o filmlerin yarısında uyuyakalmasaydı daha ne muazzam film kritiklerinde bulunacaktı kim bilir.