29 Ocak 2020 Çarşamba

M. çok üzgündü. Kapıyı açtığında onu sahiden birkaç beden küçülmüş, melankoliden neredeyse çocuklaşmış bulmuştum. Hep yaptığı gibi mahcubiyetle elini yüzüne götürüp sıvazlamış, kısa saçlarını daha hoş görüneceğini umduğu bir tarafa yatırmıştı. Uzun süre düşünmekten gerilip kuruyan dudaklar için en acı verici şeyin gülümsemek olduğunu bildiğinden önce dudaklarını ıslatıp öyle gülümsemişti bana. Perdeleri çok nadir çekilen geniş salonda, üç kadın, derin bir konuşmaya dalmıştık. Anlatırken sitem ve teslimiyet nöbetleşe yakalıyordu onu. Dergiyi yanımda getirmiştim. M. yerde bağdaş kurup oturmuş "Varolanı Aşmak" başlıklı yazıyı yüksek sesle okumaya başlamıştı bize:

"Herkesin kendini yenilmiş gibi hissettiği bir halin içinden geçiliyordu. Sonunda yenilmiş gibi duranların, aslında bir yengiye hazırlandıkları ortaya çıktı. Yenilmişler zafer kazandı. Yenilmişleri yenilmiş hale getirenlerin asıl yenilmişler olduğu ortaya çıktı. Bakınız, aynı yazar, Adorno, birkaç satır sonrasında ne diyor; "Yenilenler, iktidarsızlıkları içinde zorunlu olarak konu dışı, tuhaf, önemsiz ve gülünç görünürler." Kısa bir an için bile olsa, o gülünçlük de yaşandı.
(...)
Ben gök kubbenin altının boş olmadığına inandım hep, inanıyorum. Var olan aşılacaktır. Onu aşan ise aynı anda var olan bir başka var olandır. Biz görmesek de, varlığının farkına varmasak da o orada duruyor. Geleceğin siyaset yapıcısı, geleceğin sanatçısı, yazarı orada duruyor, zuhurunun vadesini bekliyor..."

Yazıyı bitince gözyaşlarımızı tutamamıştık. Birazcık hırs insanın gözünün yaşını kurutmaya yeter derler. Hiçbirimizde yoktu bu. Uzaktan başımızın üzerinde, henüz idaresini beceremediğimiz, haklı çıkaramadığımız bir hırsın aylasıyla dolaşıyormuş gibi sevimsiz, kurnaz ve kibirli görünüyorduk. Gerçekte ise munis, alıngan ve mahcuptuk. Sahiden hangisiydik? Yalnız, tutkumuz korkutucuydu. Zaman zaman birbirimizi bile ürkütecek kadar büyük, bizi birbirimize benzetecek kadar cazibeli, bize ortak düşmanlar kazandıracak kadar azametli bir tutku. Yuvada, ötekilerden daha cılız doğan kartal yavruları gibi tabiaten yeniktik. Fakat talih bize el verirse, yenilgiden keskin ama merhametli bir bakış yaratabileceğimizi iyi biliyorduk.

19 Ocak 2020 Pazar

Tek başına arzu duyabilmek sahiden mümkün mü?

İnsan, onu ayartan bir şeytan ya da onu yaratıcının çağrısına yönelten ayetler olmaksızın arzu duyamaz gibidir. Tanrısız bir dünyada ise kendisini arzulayan biri olmadan ötekini bilemez ya da ötekini arzulamadan kendisinin hakikatine varamaz sanki. Kadim bir gerçek; dünya arzular dünyası. Keşişler, dervişler, çileciler, istememeyi isteyenler bile kaçamaz bundan. Ermiş Antonius, isteklerinin kölesi olmak korkusuyla Mısır çölüne dek kaçar ama bir türlü uyanamaz istemenin rüyasından. 
Arzunun kendiliğinden olmayışına içten içe öfkeleniriz çünkü maymunlardan üstün olduğumuzun bilincindeyizdir. İstemeyi bırakabilecek kadar mağrur ve müstağni olduğumuzu düşünmek rahatlatır bizi. Romantikler, arzularının özerkliğine methiyeler dizerek yatıştırırlar öfkelerini. Bize göre sahte sahtedir ve taklit edilen ile mukallit kolaylıkla ayırt edilir. Gerçekten öyle midir? Halbuki istek de aynı derecede taklit edilebilirdir. Çeşidi, derecesi, yüce, vasat ya da bayağı oluşu dışında mutlak ve vazgeçilmezdir. Şeylerin bir oluş halinde olmasını isteyen o aşkınlıkta bize kendini biteviye dayatmaktadır.



The Temptation of St. Anthony - Salvador Dali

8 Ocak 2020 Çarşamba

"Fotoğrafı çekilen ilk kişiler görsel mekana masum, daha doğrusu saf bir şekilde geçiyorlardı. Gazetelerin lüks eşyası olduğu ve genellikle kafelerde okunup nadiren satın alınabildiği o zamanlarda çok az kişi ismini gazetelerde görebiliyordu ve fotoğraflar daha günlük hayatın bir parçası değildiler. Bakış, insanın suskun yüzünün ardındaydı."

Walter Benjamin - Fotografinin Kısa Tarihi