7 Şubat 2025 Cuma

Yakut kayalar

Deniz ikimizin bakışlarında benzer bir şeyi ortaya çıkardı. Vapurun terasında, iki kadın, annem ve ben, yan yana Boğaz'ı seyrederken sanırım içimizde durmuş, bu zamana dek akmamış, kurumuş tıkanmış bir şeyi, özden doğan gerçek bir merhameti gözlerimiz ele verdi. Birbirimize müşfik olmayı öğrendiğimiz ya da bunun mümkün olabileceğini, bunu birlikte birbirimiz için yapabileceğimizi sezdiğim ilk an, o fotoğrafta, birbirine çok benzeyen gözlerimizle göz göze geldiğim andı...

Ben anneme benziyorum dediğim ve bunu söylerken de kendim gibi hissettiğim o eşsiz kabul ânı...

Annem, senelerce, kendine duyamadığı haliyle bana da veremediği şefkati, (yüze ve bakışa yansıyan şefkatten, kıvamını bulmuş bir süt gibi kaynayıp taşan şefkatten bahsediyorum çünkü bunun dışında eşsiz bir bakım verendi annem) benim bakışlarımda da  uzun zaman sönmüş bir kandil gibi duran özlem dolu o sıcaklık beklentisini, yine benim aracılığımla, kendime duymayı öğrendiğim şefkatle ve ondan gelecek acıyı göğüsleme pahasına ona yaklaştığımda verebildi.

Bu sakin kıyıya varana dek defalarca med-cezirler yaşayıp, benliğimizden yontulmuş granit kayalara çarpa çarpa geri çekildik. Çok kere. Çok kere birbirimize sarıldık ve çok kere birbirimize acı verdik. Ben o olmamak için uğraşmakla acı çektim, oysa benim bu korkunç çabama şahit olduğu ve benim sevemediğim o benlik kayalığını özde kendi de kabul edemediği için acı çekti. 

Sonra ben sakin bir kıyı buldum. Dalgalarım annemin kıyılarından çekildi ve oraya vardı. Coştu ve taştı, köpürdü ve bulandı. Çırpındı ve duruldu. İçimden çıkarıp attığım gemi enkazlarını, incileri, mercanları, ölü balıkları o sahil kabul etti. Yağmalamadı, ayırmadı, öylece bıraktı. Ben o tanrısal sahilde, içimi varıyla ve yoğuyla görebildim. Enkazdan ganimetler ayıkladım, ölü balıkların yasını tuttum, incileri ve mercanları fark ettim. Güneşin altında parlayacakları güvenli bir yere dizdim. Sık sık bir vapurla annemin kayalıklarını ziyaret ettim. Kuru, cansız, heybetli, yalnız... Orada beni özenle karşıladı, her seferinde el salladı, hoş geldin dedi, yataklar serdi, sofralar kurdu. Ama kayalıkların üzerinde durmak hep can acıtıcı, hep düşmek korkusuyla iç içeydi. Kendi sahilime hüzünle döndüm defalarca. Onu kayalıklardan indirdim, kendi sahilime getirdim, olmadı. İncecik kadife kumlar, o sakinlik, onca inci ve mercan, üzdü onu. Benimkiler nerede dedi? Beni bu yalçın kayalıklarda kim unuttu böyle? Bir med-cezir daha. Annem yeniden o yakut kayalara savruldu. 

Fakat bu kez kaptanı kalp olan bir gemiyle yola çıktım, bana hasretle el salladığı o kayalıklardan yavaşça, sabırla indirdim onu. Birlikte bir gemiye bindik ve herhangi bir kıyıya varmadık. Denizde, ufka doğru, yan yana sessizce durduk. İkimiz de özgür hissettik... Su, bir ana rahmi gibi bizi cömertçe içine aldı. Ufuk bizde yeni ve başka hayaller uyandırdı. Rüzgar bir anne eli gibi tenimizi okşadı. Ve gözlerimizde aradığımız o sıcaklığı zaman bize geri verdi.