20 Aralık 2018 Perşembe

Sonluyu kurcalayan ve sonsuza uzanan “Dil"


Hiçlikten doğan/gelen diğer her şey gibi edebiyat da ilk olarak eşyaya tutunur. Elbette bir kopuşun, (cennetten dünyaya düşüşün) uzantısı olan 'dil’le yapar bunu. Dil'in temelde insanın eşyayla temasından doğduğunu biliriz. (Hatta varlık da kendini böyle yeniler, bir bebeğin dokunduğu ilk şeyde...)

Bütün bir ifade gücüne rağmen dil ne yalnızca gerçeğin ne de gerçek olmayanın yanındadır. Haliyle büyük anlatıların değişmez doğrularına, ahlak derslerine imkân tanıdığı kadar şeylerin ruhuna ve onların sessizliğinden gelen belirsizliğe hatta safsataya da imkân tanır.

Felsefe ve edebiyat, bunu peş peşe keşfettiğinde dünyada kocaman bir hakikat krizi patlak vermişti. Dilin sanıldığının aksine insana hiçbir güvence sunmadığının keşfedildiği andı bu. Çünkü dil, evini yani anlam ağını tıpkı bir örümcek gibi boşluğun etrafında örüyordu. Gerçekte bir anlamı/doktrini yoktu, onda anlamın bir hayali/kurgusu vardı yalnızca.

“Bir kişinin bir kelimeyle kastettiği bir diğerininkiyle tamı tamına aynı değildir ve her farklılık, ne kadar küçük olursa olsun, sudaki bir halka gibi yayılır dilin bütününe. Bu yüzden her anlama aynı zamanda bir anlamama, düşünce ve duygulardaki her mutabakat aynı zamanda bir ayrılıktır”
(Chul Han)


- Dürdane İsra Çınar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder