13 Aralık 2019 Cuma

Bir dilin gramerini o dilin anlam ağları ve boşlukları üzerinden öğrenemediğiniz zaman dil felcine uğrarsınız. Hemen her romanın çekirdeğinde evrensel bir insanlık durumu vardır. O romanı kendi kısıtlı tarihinin kucağından koparamazsanız edebiyatla bağ kuramazsınız. Mesleğimi çok seviyorum ama mesleğim bana müfredatın felç bıraktığı küçük hastalara bakıcılık yapmamı emrediyor. Ve ben her defasında Gombrowicz'in Ferdydurke romanındaki o zavallı öğretmeni anımsıyorum. Öğrencilerine bir ev ödevi verir: "Büyük şair Juliusz Slowacki'nin şiirlerinde niçin hayranlık uyandıran ölümsüz bir güzellik vardır?" Eksiyeiç, sinirle sızlanarak karşılık verir öğretmenine: "Ama ya ben hiç hayran olmuyorsam! Beni hiç sarmıyor. Beni kendine hayran bırakmadığı halde nasıl hayranlık uyandırabilir?" Hayret ve küçümseme dışında verebileceği bir başka cevabı yoktu öğretmenin: "Sizde hayranlık uyandırdığını bin defa tekrarladığıma göre, nasıl olup da sizi kendine hayran bırakmaz?"

Çünkü öğretmene göre  büyük dehalara karşı hayranlık aşılamak söz konusu olduğunda okuldan daha iyi bir yer yoktur. Sahiden öyle midir? Kendi öğrenciliğimizden hatırlamaya çalışalım, hangi büyük dehanın eserine okul sıralarında hayran kaldık? Dil felcine uğramışlar olarak karşımıza geçip büyük dehaların cümleleriyle yüreğimizi gıdıklayıp duran öğretmenlerimize çoğu kez boş ve hissiz gözlerle bakıp durmadık mı? "Melali anlamayan nesle aşina değiliz, öyle değil mi çocuklar? Eeeveeeet!" Kimi zaman içimizde uyanan bir hassasiyet çok geçmeden sınav kağıtlarının ön ve arka yüzlerinde silinip gitti. Unutmadığım bir sahne var zihnimde. Lisenin ilk yılında, orta yaşlı bir kadın olan edebiyat öğretmenimiz sınıfa gelip masasına oturuyor ve ben de on beş dakika kadar onun omuzlarına masaj yapıyordum. Yüzüm sınıf arkadaşlarıma dönük bir halde masaj yaparken o benim şifalı ellerime övgüler diziyordu. Bir felçli hasta bakıcısı olarak muhtemelen çok geriliyor, çok yoruluyordu öğretmenimiz. Ön sırada oturan ben, bu gerginliği bir nebze hafifletmekle görevlendirilmiştim. Severek yapıyordum çünkü o derse karşı tarifi zor bir şeyler duyuyordum içimde. Şiir ezberliyordum. Sınıfta okuyordum. Masaj yapıyordum. Kompozisyon yazıyordum. Yine öğretmenimin gergin omuzlarını ovuyordum. Övgü alıyordum. Hangisi için takdir edildiğimi bilmeden geçirdiğim bir senenin sonunda kısmi felç bana da uğradı. Hissizleştim. Dilim uyuştu. Öğretmenim ikinci dönemin başında Fuzuli'nin Su Kasidesi'ni ezberlediğim için bana bir roman hediye etmişti. Kendisi de okumuştu romanı ve dürüst olması gerekirse hiçbir şey hissetmemişti. Ama benim okuyup hayran kalmam gerektiğine inanıyordu. Bunu söylerken içten içe kendisi de inanmıyor gibiydi. Yine de hayran kalırsam onun için epey bir anlamı olurdu.  Yaşlı omuzlarını bir sene boyunca ovmuştum. Ödeşebilirdik. O yaz boyu evdeydim. Uyuşuk dilimle günlerce okudum romanı. Hala tam anlamıyla hissizleşmemiş olmalıydım ki yüreğimi gıdıklayan cümlelerin altını gece boyu tek tek çizdim. "Dünya yıkılırsa bir kere kalınır altında."

Dünyam yıkıldı ve bir kere kaldım altında. Şimdi kendi yorgun omuzlarımı bu kısmi felçli çocuklara ovdurmak yerine, dilimi çözmeliyim diye düşünüyorum, "bir dil türetmeliyim kendime." Ve sonra yazabilmeliyim. Büyük dehaların henüz hiçbir yere gittikleri yok. Birlikte nasıl yeniden hissedebiliriz, onun çaresine bakmalıyım.


7 Aralık 2019 Cumartesi

Hayalet İplik

Aşkta, bütün bağlar koptuğunda, geriye kalan o hayalet iplik. Bedenin ve onun derininde uyuyup uyanan tatsız, kokusuz, renksiz ama en gerçek şeyin son uzantısı. Hiçbir yere gitmez. Sarsılan bedeni duyar, sızıyı hisseder, alışkanlığın etrafını bir örümcek ağı gibi sarar. Raskolnikov'un o meşhur yargısının hemen ardından hiç değilse biraz olsun kuşkuya düşmemiz gerekmez mi? İnsanoğlu her şeye alışabilecek kadar aşağılıktır ona göre. Doğru. Abartılmış her mutluluk yanılsamasının, korkunun ya da ön yargının sabahında sonsuzluğa biraz daha gecikmiş, biraz daha hırçın ve sevgisiz bulur insan kendini. Bu yüzden alışır. Fakat sırf yeniden doğmak için bir başka kucağa koşması, ateşinin tekrar tekrar başına vurması, küçük gurur oyunlarına dalması bile özünde aşağılık biri yapmaz onu. Çünkü hayalet iplik hâlâ oradadır. Eline bir mezura alıp her parçayı ölçen, bütün ipliklerin, bütün düğümlerin ilmini bilen birinin dahi hesap edemediği odur. Flaubert'e göre, iki kişi birbirini asla aynı anda sevemez. Yalnız kendini seven kimselerin (muzaffer bir Bovarizm'in) içine yuvarlandığı uçurum da ortadadır. Birbirini yine kendinden yola çıkarak sevmenin rekabetiyle de henüz bir yere varılmış değilse, birleşme nasıl mümkün olabilir? Arzuyu bir defaya mahsus açığa vurmak onu öldürmek için yeterliyse, elde edilmiş olan çoktan yitirilmiş olansa, hangi aşkınlıkta yer bulacağız kendimize? Çare, var olmayı anlamlı bulup insan olmayı aşağılık bulmanın zehrinde midir?

Aşk, zehirli bir mantardır kimine göre. Bağışıklık kazanabilmek için onu azar azar, hastalanacak fakat ölmeyecek kadar tatmak gerekir. Kendimizi biraz güçsüz, muhtaç ve mağlup, sonra yeniden güçlü ve muzaffer görebilmenin tek yoludur bu. Ebedi bir mağlubiyet ya da galibiyet imkansızdır böyleleri için. Birimizden ötekine uzanan hayalet iplik, mutlak bir kopuşa izin vermediği gibi mutlak bir bağa da imkan tanımaz. Fakat aşk, onu ölüm ve yaşamın üzerinde karşılayabilen için bir ikramdır da. Aşkı böyle tadanlar için zehirde birdir panzehir de. Hayalet iplik, olsa olsa aşk denen ikramın kandilini tutuşturan bir fitilden ibarettir. Kopacak olsa, gerisi vardır. Öncesi, sonrası vardır. Alışkanlıkları hiç eden, bakışı, nefesi, duyuşu tazeleyen bu ikramın insanı hiçlikten çekip çıkardığını, aklı baştan aldığını yerine aklın hükümdarını buyur ettiğini duyarız. Dünya üzerinde en akıl almaz meclis, aşıkların meclisidir. Onların müflis, pejmurde, câmid, mağrur, mahzun çehrelerinde gezinen gölgelerin hiçbir tesiri yoktur. Ateş onlara güldür, zincir boyunlarında özgürlük nişanıdır, güzeli de çirkini de anmaktan imtina edecekleri bir hâl ile dünya bağlarını gevşetmiş, başlıca birer âlem kesilmişlerdir.
Aşıklar meclisinde bu hakikattir fakat onu meclisin dışında işitenler için masaldır, efsanedir.