11 Haziran 2020 Perşembe

Kafiyeli Bir Roman, Solgun Bir Mecaz: Nabokov’un Solgun Ateş’i


“-Kaybolmuş eldiven, mutludur.” (Zembla Atasözü)
                                                             

Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmayabileceği ve aslında olmadığı fark edildiğinde, ilk dürtü “ortaya çıkarmak” değil “yanılsamaları sıralamak” olur. Yirminci yüzyıldan itibaren peşimize düşen ikircikli bir gölge, gerçekçilikle bitmez tükenmez bir hesaplaşma bu. Şimdi açık yüreklilikle söyleyebiliriz: Bundan böyle her roman, bir yaratı olduğu kadar buluntu, buluntu olduğu kadar da çalıntıdır. Üstelik romancının bizzat kendisi bunu deşifre etmekten geri durmaz. Vladimir Vladimiroviç Nabokov, sanatta özellikle roman sanatında dilin, otoritenin, kesin kimliklerin gerçekliğe yönelik bu kuşku dolu bakışla tamamen sarsıldığını itiraf eder: “All art is deception.” (Tüm sanat bir aldatmacadır.)

Kurmaca anlatılar, “hakikate yalnızca dolaylı yoldan, paradoks gibi görünse de tam da sahteliğinden ötürü hakikati daha hakiki yapan bir dolayım aracılığıyla” yaklaşabileceklerinin farkındadırlar. Bu yüzden Nabokov artık roman yazmaz, bir metni sayısız olabilirlik arasında kelimenin tam manasıyla inşa eder. 

Solgun Ateş (Pale Fire) 1962’de İngilizce olarak yayımlandığında, sert eleştirilerin hedefi olur. Dört bölümden oluşan romanı bir edebi eleştiri eseri gibi kurgulamıştır Nabokov. 

İlk bölümde Charles Kinbote isminde bir edebiyat okutmanının yazdığı önsöz yer alır. Hayranı olduğu usta şair John Shade’in ölmeden önce yazdığı son büyük eseri “Solgun Ateş”in editörlüğünü üstlenen Kinbote, üçüncü sayfadan itibaren bir önsöz yazarı gibi değil bir roman anlatıcısı gibi davranmaya başlar. Altmış yaşını dolduran ve sanatının doruğunda bir şair olarak küçük bir üniversite kasabası olan New Wye’da magnum opus’unu yazan John Shade’in zaman içinde hem komşusu hem de (yine kendi ifadesiyle) en yakın dostu olur Charles Kinbote. Önsözde şairin henüz bilinmeyen bir sebepten öldüğünü (ancak ortada bir katilin olduğu da yine ilerleyen sayfalarda Kinbote tarafından sezdirilir.) öğreniriz. Kinbote, şairin eşinden Solgun Ateş’in yayın haklarını almış, resmen onun editörü olmuştur. Beşlik düzende yazılmış, birbiriyle ikişerli olarak kafiyeli dokuz yüz doksan dokuz mısradan ibaret ve dört kantoya bölünmüş epik bir şiir olan “Solgun Ateş” ise romanın ikinci bölümünde sunulur okura. Sahiden usta bir şairin kaleminden çıkmış, baştan sona alegorilerle, İngiliz ve Amerikan şiirine atıflarla, aynı zamanda otobiyografik unsurlarla doludur şiir. Üçüncü bölüm ise Charles Kinbote tarafından yazılmış, söz konusu şiiri mısra mısra şerh eden “Açıklamalar” bölümüdür. Romanın en uzun kısmı da burasıdır haliyle. Dördüncü yani son bölümde ise yine Kinbote’un yazdığı bir “Dizin” yer alır.

Romanın açıklamalar bölümünde, Charles Kinbote’a kulak verdikçe anlatının çatallandığına, birbirine paralel ilerleyen iki ayrı hikâyeye bölündüğüne şahit oluruz. Kinbote, şiirin mısralarını yorumlarken bir taraftan şairin çocukluğuna, evliliğine, kızının ölümüne dair detaylara yer verir. Böylece Shade’in hikâyesini onun ağzından dinlemeye başlarız. Fakat öte yandan uzak bir kuzey ülkesi olan vatanı Zembla’ya dair ilginç bir hikâye daha anlatmaya başlar Kinbote. 1936’dan, Aşırılar isimli sol bir grup eliyle tahttan indirildiği 1958 yılına dek Zembla’da hüküm süren “Charles the Bloved” (Sevilen Charles) hakkında anlatılan tuhaf, tutkulu bir öyküdür bu. Kral, ayaklanmadan sonra Zembla’nın meşhur Bera Dağları’nı aşmış ve ortadan kaybolmuştur. Kinbote, şair Shade’in evine neredeyse tacize varacak bir ısrarla uğrayıp sık sık onunla vakit geçirirken, şaire kralın destansı yaşamını anlatarak bir nevi onun sanatını mayalar. Tek bir arzusu vardır Kinbote’un: Solgun Ateş isimli büyük eseri, büyülü kuzey ülkesi Zembla’nın destanı haline getirmek. 

Nabokov’un 1948 ile 1959 yılları arasında Cornell Üniversitesinde Rus ve Avrupa edebiyatı üzerine öğretim görevlisi olarak çalıştığını biliyoruz. Okutman Charles Kinbote’un şahsında onun izlerini bulmak dikkatli okurlar için oldukça kolay bir iş. Nabokov, romanında güvensiz bir anlatıcıyı yani Kinbote’u tercih eder. Sebebi, anlatıda yazar sessizliğinin faydasına olan inancıdır şüphesiz. Sayısız ima ve yorumla metni her söylediği şüphe uyandıran bir anlatı kişisinin insafına bırakmak ve yazar otoritesini hükümsüz kılmak. Tam olarak kurmacanın şanına yaraşır bir iş. Charles Kinbote (romandan öğrendiğimiz kadarıyla Kingbot yani “kralın yok edicisi”) kurmacanın bozguncusudur. Anlattığı Zembla Kralı kendisidir ve yine kendi kendini hükümsüz kılacak bir başka gerçeklikle var olur anlatı içinde. Şiire getirdiği yorumlar tam bir yanılsama antolojisidir. John Shade ise; suskun, doğal ve ilahi varlığıyla sanatkârane yaratının saf bilincini temsilen orada gibidir. Solgun Ateş, ismini Shakespeare’in Atinalı Timon oyunundaki bir mısradan alır. Bu metin, şiirsel bir yaratı olarak romandaki yegâne kesinliktir. Bizler, yani saf okurlar, Nabokov’un yanılsamalarla dolu bilmecesine kapılarak Kinbote’un, bir komşu, bir okutman, şairin yakın dostu, bir öteki, sürgünde kaybolmuş devrik bir kral kısacası kendinden başka hemen her şey olmasına razı geliriz. 

“Gerçeklik” müşterek gözün algıladığı sıradan “gerçeklik”ten bağımsız biçimde kendi gerçekliğini yaratan hakiki sanatın öznesi de nesnesi de değildir.” 

Romanda, Kinbote’un ağzından yazarın daimi hesaplaşmasını duyarız bu cümleyle. Sahiden de Nabokov, gerçekliğin bir kesinlik olarak dayatılmasından ve sanattan neredeyse bir dogma gibi söz edilmesinden hoşlanmayan bir romancıdır. Ona göre yaşamın ilintilerini bulmak, nesnelerin yalnızca adını bilmek (kelebek türlerine olan tutkusu gibi) onlara adlarıyla seslenebilmek yeterlidir. Haliyle onun Freud’a yani psikanalize duyduğu nefretin açıklaması da budur. Yaşamın ilintilerini, bir döngü halini alan tekrarlarını, içgüdülerle izah eden Freud içinse mühim olan deneyimin kökeninde yatan derin acıdır. 


Solgun Ateş, Nabokov’a özgü hicvin, pathos’un, metafizik bir zekânın en yetkin örneği olarak günümüzde dahi aşılması güç bir eşik olarak duruyor. Her kurmaca romanda olduğu gibi romanın yaratı kısmıyla yine saf okurlar, buluntu kısmıyla edebiyat eleştirmenleri, çalıntı kısmıyla öteki yazarlar ilgilenecektir şüphesiz. Fakat biz yine de Nabokov’un kendisine kulak vermeyi ihmal etmeyelim:

“Bilindiği üzere (Rusça’da pek sevilen bir deyişi kullanmak gerekirse) kitaplarım toplumsal ehemmiyetten zerrece pay almamış olmanın yanı sıra, aynı zamanda mit-geçirmezdir; Freudcular onların çevresinde hızlı hızlı kanat çırparlar, onlara kaşınan rahim kanallarıyla yanaşır, durur, koklar ve geri kaçarlar. Oysa ciddi bir psikolog, benim yağmur damlalarıyla parıldayan kristogramlarımın gerisinden baktığında bir ruh çözülmesi dünyası keşfedebilir.”

(Yazı, Hece Dergisi - Ekim 2019 sayısında yayımlanmıştır.)

1 yorum:

  1. Nabokov,kendi iskeletini gerçeklikle örtmeye çalışacak kadar psikanalize sırtını dönmüş bir isim. Isteklerin çözemediği şeyleri imge yüklenir. Bilinçaltı herkesin kör kuyusu. Sarkıttığı kovaya bu kuyudan herkese bir Yusuf çıkmaz.

    YanıtlaSil