Sabah uyanır uyanmaz çıkıp bir ağaca sarıldım. Göğsümün içinde, bu yarım asırlık ağacın kabuğu gibi, yarıklar bulunduğunu sandım. Ama Kuyucaklı Yusuf'un yaptığını yapıp, gırtlağıma kadar çıkan bir ateşle içimden şöyle haykırmadım: "Aman yarabbi, ne kadar yalnızım!"
Caddeler, sokaklar tenha. Beni bir ağaca sımsıkı sarılı görenler olmamış. Beni kimseye sımsıkı sarılı gören olmadı henüz. Fakat sarılma eyleminin kendisi, tek başına yetiyor acıyı mutluluktan ayırmaya. Ağaca gövdemi yaslayıp gırtlağıma kadar çıkan bir ateşle, haykırıyorum: gracias a la vida!
Havada sabahın griliğinden kalma bir serinlik. Az evvel içtiğim çorbayla içim sıcacık. Tren garına doğru aheste yürüyorum. Ansızın yağmur çiseliyor. Ve işte, istasyon aynaları. Bu kez beni perişan göstermiyorlar. Sadece biraz uykulu, biraz boşvermişiz. Yüzyıllardır su alan bu teknede, sarılmışız ne güzeliz. Aynaların birinden kendime el sallıyorum. Karşılıklı gülüyoruz. Buradaki merhaba, öteki aynada elveda'ya dönüşüyor. Ağlıyoruz karşılıklı. Ve gırtlağımıza kadar çıkan bir ateşle, haykırıyoruz: gracias a la vida!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder