21 Ocak 2022 Cuma

Dilin Uykusunu Kaçırmak - III

Kendi doğal yasası dışında benim arzuladığım bir yasayı dayattığım tek kelime yok ki dönüp bana ihanet etmesin. Yazarken farkına vardığım bu gerçeklik, Paul de Man’ın da bahsini ettiği gerilimden başka bir şey değil. De Man’a göre, sözcük anlamı ile metaforik anlam arasında ikircimli bir gerilim oluşur ve her yapıt, özellikle derin bir Pathos’la belirlenmişse, (buna Proust ve Rilke’yi örnek verir) içeride bir dizi ikinci dereceden anlatılar kurarak kendi yapısökümünü de içinde var etmiş olur. Yapıtı kuran dil, tercihini ister logos’tan yani sözün, Tanrısal kelamın, aklın kuruculuğundan isterse pathos’tan yani hissin, ruhun, müphemiyetin melezliğinden yana kullansın, her koşulda tahakkümü imkânsız kılan bir toleransa sahip olur. Böylece hem yazar hem de okur dili bir sismograf gibi kullanabilir ve yalnız dışarıdaki gürültüyü değil derindeki sarsıntıyı da hissedebilir.

Bunu iki şair üzerinden örnekleyelim.Yahya Kemal’in şiiri tam olarak “kurucu dil”le üretilen, logosun ölçülülüğüyle hareket eden ve Türkçeyi uykusundan ahenkle uyandıran bir şiirdir. Onunla çağdaş olan Ahmet Haşim’in şiiri ise dildeki tahakkümü “pathos”la kıran ve deyim yerindeyse melezce üretilen bir şiir dilidir. Haşim şiirinde Türkçe’yi, dilin gördüğü bir düşün içinde uyandırır. Güçlü bir tarihsellik, şeffaf bir bellek ve dilin hazırbulunuşluğu ile iki şair, aynı çağda aynı Türkçe içinde iki ayrı şiir dilini mümkün kılar. O gün, onları kendi tarzlarında istikrarlı kılan estetik, bütünü esas alıyordu. Yakın tarihin kurucu dili ise tahakkümden uzaklaşmak adına parçayı esas alan bir estetikte ilerlerdi. Dili uykusundan bu estetikle sıçrattı ama hayli istikrarsız ve akışkan bir pratiğe dönüşüp tıkandı. Bugün dilde tekrar bütüne yönelen yeni bir estetik arayıştan söz etmek mümkün. Çağın yazar ve eleştirmenleri bu arayışa dikkat kesilmeli diye düşünüyorum. Ahmet Haşim’in poetikası melez bir dilin inşası üzerine oldukça önemli tespitler içeriyordu. Onun saf şiirinin unsurları elbette melezdi. Anadili Arapçaydı ve Türkçeyi sonradan öğrenmişti. Buna rağmen şiirindeki çok dilliliği yani melezliği bir bütün olarak verebilmişti. Şiiri Türkçe yazmakla şiiri şairin lisanıyla yazmak arasında süren bu estetik tartışma esasen çok mühim. Yahya Kemal’in Alman şiirinin kurucularından Holderlin’le benzer bir konumda olduğunu söylemek mümkün. Tam burada Novalis’in bir sözünü alıntılamakta fayda var. “Gerçek bir şiiri okuduğumuzda ya da dinlediğimizde, sanki doğadaki aklın hareketini hissederiz ve doğadaki göksel cisimler gibi, aynı anda onun hem içinde hem de üzerinde süzülürüz.” (Vurgular bana ait.) Novalis’in “doğadaki akıl” olarak tanımladığı şey özünde Logos’tan başka bir şey değildir. Yahya Kemal de tıpkı kurucu bir şair olan Holderlin gibi tercihini Logos’tan yana yapmıştı. Onların şiirinde doğadaki aklın hareketini sezeriz. Nasıl Alman idealizmi dendiğinde ilk akla gelen Holderlin şiiri olmuşsa, Türk’ün estetiği dendiğinde akla ilk gelenlerden biri de Yahya Kemal şiiridir. Peki, annesi bir toplama kampında öldürülen Yahudi asıllı Paul Celan, şiirlerini Almanca mı yazmıştı yoksa kendi şiirinin lisanınca mı? Onun şiirine imkân veren dil, elbette Almancaydı ama kurucu özne tercihini (bu tercih için bilinçsiz bir bilme diyebiliriz.) Logos’tan değil Pathos’tan yana yapmıştı. Novalis’in gerçek bir şiiri tanımlarken verdiği ikinci benzetme hem Paul Celan şiiri hem de Ahmet Haşim şiiri için geçerli. Onların şiir dili, doğadaki göksel cisimler gibi, gizem dolu hem ulaşılabilir hem ulaşılamazdır, aynı anda hem o dilin içinde hem de üzerinde süzülürüz. Buradan hareketle söyleyebiliriz ki, dil, kurucu öznenin öznel tercihlerine, buluşlarına, idealizmine, melezliğine hatta safsatalarına imkân tanıyacak kadar sonsuz fakat sonsuz bir tahakkümü imkansız kılacak kadar da sonludur. Dil, bütünün tahakkümünden parçaya, parçanın istikrarsızlığından tekrar bütüne uzanır.

Üzerine düşündüğüm şey "ufuk daraltıcı" olunca düşünceme musallat olan ilk şeyin "sıfatlar" olduğunu görüyorum. Sıfatlar… Dilin sınırtaşlarıdır bir bakıma. Belirlenim için hayatidirler. İsimler ise ufku genişleten bir mahiyete sahipler. Dil içinde yeni bir biçim aranıyorsa sıfatlardan değil adlardan hareket etmek, buluş sergilemek gerekir. Sıfatlar nasıl dilin sınır taşlarıysa, adlar da yapı taşlarıdır. Dilin içindeki isim varlığına dikkat kesilmeli. Dili uykusundan uyandırmak için belki ona yeniden bir isimle seslenmeli!


(Hece Öykü, Ocak 2022, Sayı 108)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder