Kişilik, diyordu Weil, insanda tehlikede olan, üşüyen, bir sığınak ve sıcaklık arayan şeydir. Bizi tamahkar yapan da odur. Çocuğuna çok düşkün bir anne gibi şımartır insanı. İtibarın daha fazlasını, sevginin daha fazlasını, sıcaklığın daha fazlasını, beklentinin, mükafatın, konforun, ikramın hep daha fazlasını arzu eder. Kavrayabildiği, sahip olabildiği şey olmayı umut eder daima. Gerçekte ise, olduğumuzu sandığımız şeyin hep daha azıyızdır.
Kişiliğin bu denli talepkar olması onu her zaman tamahkar yapmaz. Bazen güvenliği ve dengesi için talep ettiğini görmemiz gerekir. Ne var ki, tartmayı/tartılmayı her koşulda kendimize yediremeyiz. Halbuki onu daha en başında, doğallıkla yapmamız gerekirdi. (Mümkünse kantarı en çok kendi altımıza çekerek.) Kaide açık: "Teraziyi doğru tutun, adaletle tartın ve eksik tartmayın."
Kişiliğin bu denli talepkar olması onu her zaman tamahkar yapmaz. Bazen güvenliği ve dengesi için talep ettiğini görmemiz gerekir. Ne var ki, tartmayı/tartılmayı her koşulda kendimize yediremeyiz. Halbuki onu daha en başında, doğallıkla yapmamız gerekirdi. (Mümkünse kantarı en çok kendi altımıza çekerek.) Kaide açık: "Teraziyi doğru tutun, adaletle tartın ve eksik tartmayın."
"Aramızda lafı mı olur" iyimserliği kişiliğin klişelerindendir. Tehlikedeysek, üşüyorsak, sığınağımız yoksa, hemen her şeyin lafını edebiliriz. Elbette olgunluk, sözün tazyikine ne denli hakim olduğumuzda kendini gösterir. Ve çoğu kez sorumluluk eşittir. Bir şeyler ölçüsüzce sarf edilmiştir ve birinin ayakları yorganın dışında kalmışsa bunun sorumlusu her zaman kişinin kendisi ya da talihin rüzgarı olmayabilir. Komşuluk hukukundan öğreneceğimiz basit bir ders var: "İkramla sunulan bir tabak asla boş gönderilmez." Kendiliğinden ölçülülük, doğallık ve denge içeren bir tavrı bugün ders olarak hatırlamamızın sebebi kişiliklerimizin haddinden fazla serpilmiş olması. Antik Çağ'da kişiye borçlu olunan saygı diye bir mefhum olmadığını söyleyenler haklılar, der Weil. İnsanın kafası böyle bulanık bir kavramı düşünmeyecek kadar berrak çalışıyordur eskiden.
Kişiliğin, beklentiyle de olsa, sıcak bir şekilde toplumsal itibar tarafından sarmalandığı insanlara dönüştük. Bu itibarı arzulamak ya da reddetmek bile kişiliğimizin serpilip büyüyeceği ciddi bir alan yaratıyor bize. Bilim, sanat, felsefe, politika vs. kişiliklerin ihtirasla serpileceği bereketli topraklara dönüşüyor. Fakat Weil şöyle ekliyor: "Bunların çok üstünde bir alan vardır ve oradaki şeyler esas itibariyle anonimdir." Hakiki bir eser (eylem, tavır, yaratım) tabiatı itibariyle anonimdir. Haliyle insan, eseriyle mi yoksa ismiyle (kişiliğiyle) mi hatırlanacağı konusunda bir seçim yapmak zorunda kalır. İşimizi kolaylaştıracak şeyse bir çağrıdır. Levinas ona "varlığın anonim hışırtısı" diyordu. Kişiliğin arzu ve beklentilerini dengeye getiren, ona istikamet veren yalnızca ve yalnızca anonim olanın çağrısıdır.
tatsız tuzsuz kelimelerden oluşturulmuş yemekler olur. cümlelerin bir ruhu olmaz, öylece giyinik dururlar yazının bir tarafında. sahibini yansıtır,onun gibi kokar. yeri geldiğinde o kelime dizgeleri başkasının ağzında çalkalansa bir asıl sahibinin tınısını yada tınısızlını verir. anlamca ihtiyarlamış kelimeler bunlar. pörsümüş bir cazibeleri vardır. ihtiyar bir kadının üstünden çıkarmak istediği dişilik gibi. weil ve kelimeleri morg kokuyor.
YanıtlaSil