Gül, ne kendi tadını bilir ne de rengini. Kokusundan habersizdir. Baş döndürür ama başı dönmez. Kendinin sarhoşu olmadığı için güzeldir. Renk renk çeşit çeşit her cinsinin salınıp durduğu o gülşen, bir noktadır onun için. Gülün ilmi bir noktadır. Arzuları en derin uykularından uyandırır ama asla arzulamaz. Kırmızıdır, âteşîndir fakat yakmaz ve de yanmaz. Ateşin hakikatiyse kendini bilmesinden gelir. Yakan ve yakılandır o. Sıcaklığını en önce kendi duyar, kuvvetini tahayyül edebildiği yere dek uzanır, içinden yanıp tüter ve içine dek yakar her şeyi. Arzuladığı için yakıcıdır. Hem kendini hem ötekini tutuşturur. Ruhun rayihayla yani kokuyla, teninse ateşle ürpermesi bundandır sanki. Odysseus memleketi İthaka'ya döndüğünde onu yalnızca köpeği Argos "kokusunu alarak" tanımıştı. Bu fiil orijinal metninde "nonein" şeklinde geçer. "Kokusunu almak" aynı zamanda "tanımak"tır. Aristo, Metafizik'inde tanrısal sezgiyi yani "noesis noeseos" (düşüncenin düşüncesi) kavramını belirtmek için yine aynı fiilden yararlanıyordu. Sezgi, kendini kokuyla duyurur. İçgüdünün kapısını aşındıran bir uzuv gibi somut olanı değil, burada olmayan bir yerde, belki başlangıçtan da önce alınmış ilk nefesin tanıdığı şeyleri arar. Tanımak bu yüzden hatırlamaktır biraz da. Onda hem ateşin bilgisi hem de gülün hakikati saklıdır. Ve ruh, zannettiğimiz gibi bir cevherse, sayısız saçaklarıyla bedenin her köşesine hatta en derinine kök salmış halde yaşarken bir bulur bir yitirir kendini. Bazen gül olur bazen ateş.
(Fotoğraf, John Berger'ın evinden)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder