Usûl, düyek. Makam, Acem-aşîrân. Yek dû se...
Bu hal zuhûr etmesin bir daha. Niçin etmesin? Ederse tüten gönül püryân olur da ondan. Artık ne sönmüş ne harlanmıştır. Tütüyordur yalnızca. Ziyanıyla, eyvahıyla, derdiyle, günahıyla tütüyordur. Kimseler bilmez. Hem zaten, kimseye söylenmez bu ateş. Söylenir mi? Söylenirse iffete kıtal olur. "Men ez an husn-i rûzefzûn ki Yûsuf dâşt dânistem / Ki aşk ez perde-i ismet bürün âred Zuleyhâ râ." O ateş ki, Yusuf'un günden güne artan güzelliğinden anlaşılır ve tutar ismet perdesinden çıkarıverir Züleyha'yı. Öyleyse gel, etme. Söndür ateşini kendi eleminle. Ne esefle ne de nefesle... Yalnız eleminle, yalnız eleminle... Of ile değil, ah ile! Uğra şimdi, gönülleri tütsü gibi tutuşturulmuş âşıkların semtine. Bakışlar şerare, ciğerler ateş-pare. Dilleri köz, gözleri giryân. "Yar yüreğim yar, gör ki neler var." Gördün mü, neler var? Söndür öyleyse ateşini, kendi eleminle. Bu hal bir daha etmesin zuhûr. Bekle, bekle bakalım ukbâda neler olur...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder