Fedakârca gösterilmiş her çabanın karşılığı yine o çabanın kendisidir. Tam anlamıyla karşılığını aldığımız tek şey belki de kendimiziz. Unutuyoruz. Yeniden hatırlayalım diye, parmakların hikâyesini şöyle anlatabilirim size: Yan yana yaşayabilmek için boşluklar koyarlar aralarına ve hiçbiri bir ötekinin boyunu ölçmez. Her şeyi çok yakından, neredeyse hiç boşluk bırakmayacak kadar yakından görebilen bizler, doğanın karşısında hâlâ birer taklitçiyiz. Yalnızca irade, maymunların gülünçlüklerini bilgeliğe dönüştürüyor. Bütün sular çekilip kuruduğunda Güneş’e öfkelenecek olanlar, onun bir an bile aksatmadığı şu ışıklı yaşamı nasıl da görmezden geliyorlar! Bir an bile aksamadan devinen suyu ve toprağı ve ateşi ve havayı... Her şey aşamalı bir düzen içinde, hem maddesel hem tinsel bir devinimle, zorunluluk yasasına bağlı olarak, olmayı ve yok olmayı sürdürür. "Natura non facit saltus." (Doğada sıçrama olmaz.) Peki ya sapma?
Kimi zaman, dünyanın şarkısını tersten okuyan büyücüler gibi lanetlenir ve sürülürüz (evet bu kez evlerimize.) Tanrısız kalan yerkürenin sahte kanun-koyucuları, akışseverler, hedonistler, züppe bilgeler, şarlatanlar, gözü bağlı hakikat savaşçıları, sırf ağları tükendiğinden kendi bacaklarını kemirip duran zavallı örümceklere dönüşürken kimileri de “kozmik” bir gücün olağanüstülüğü karşısında Zorunluluk'u gözlemleyip düşünerek Tanrısal olana yükselmenin bir yolunu bulur.
"Zorunluluk: Ey olağanüstü Zorunluluk, sen üstün akılla bütün sonuçları nedenleriyle ilintili olmaya zorlarsın ve üstün ve geri döndürülemez yasanla der doğal eylem en kısa yoldan sana boyun eğer... Ey yüce eylem, hangi kavrayış böyle bir doğaya nüfuz edebilir? Hangi dil böyle olağanüstü bir işleyişi söze dökebilir? Elbette hiçbiri. Bu, insan söylemini Tanrısal düşünceye yöneltir. (Codex Atlanticus, f. 302 v.b.)
Leonardo Da Vinci'yi de kendine has bir "imana" götüren şey de tam olarak budur. Bilmek/anlamak arzusu onu zamanla resimden uzaklaştırıp tekniğe yöneltse de çağdaşları onu aynı zamanda Tanrısal bir ressam ve filozof olarak yüceltirler. Mitleştirilen kişiliğinin dışında o, kevnî ayetlerle ilgilenen bir müfessir gibi evreni okuyarak Tanrısal Zorunluluk'un her tezahürü karşısında dinsel bir hayranlık gösterir ve yine doğanın yasalarını çiğneyerek doğaya egemen olma iddiasında bulunan her şarlatana şiddetli bir öfke duyar. Kodekslerindeki düşünceler, masallar, kehanetler ve nüktelerle bilimin yanı sıra bilgeliğin kapısını da araladığını kanıtlar bize. Ama pek azımız onun bilgeliğiyle ilgileniriz. Nedir bilgelik? Masallardaki hisse, bilimin ecesi deneyim, Aristo'nun Metafizik'inde tanımladığı tanrısal sezgi yani düşüncenin düşüncesi. Bilge Da Vinci için kozmik yazgı yabana atılmayacak denli mühimdir. Yıkım ve yaşam iç içedir. "Yaşam her zaman kendisi pahasına ayakta durur ve Doğa'dan daha kurnaz olmak isteyeni hemen boğar Doğa."
Ancak bir sapma anında ikna oluruz buna. Şimdi yaşamın sinir uçlarında gezinen kaosun gerçek nedenini anlamaya çalışmak gerekir. "Bilgi, umudun çocuğudur, umut ise..." Bugün, bir eldiven gibi tersine çevrilmiş bizler, nasıl tamamlayabiliriz bu cümleyi? Umut öldüğünde, der Da vinci, boşluk doğar. Hepimizi yıkıma götüren o “boşluğu” yeniden yaşama çağıran bir “mesafeye” çevirebilir miyiz? Kaçış ve ölümü arzulayan gücü, kalıcılık ve istikrar isteyen bir ağırlıkla dengeleyebilir miyiz sahiden? İnanıyorum. Yeniden öğreneceğiz yaşamı. Yalnız bilimle değil bilgelikle de…
Başkalarını bilmem ama ben, içinde olduğum tarihselliğin ve onu aşan hakiki bir saatin nadiren buluştuğu böylesi bir sapma anında, uzayan ve kısalan yaşamlara şahitlik ederken, Leonardo’nun Vincio Irmağı boyunca uzanan sazlar kadar yalın ifadesiyle iman tazeleyeceğim:
"Sana kulluk ederim Tanrım, önce doğal olarak sana duymam gereken sevgi yüzünden, ikinci olarak da insanların yaşamlarını kısaltmayı ya da uzatmayı bildiğin için."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder